LESVOS ADASI (LESBOS-MİDİLLİ)
Pazartesi öğleden sonra 18.00 sularında Ayvalık’dan yaklaşık 1.5 saat de geldiğimiz ada da, feribottan indikten sonra yaklaşık taksi ile 60 km.lik bir yol alarak (40 euro tutuyor) 21.00 sularında vardığımız Molyvos’(Mithimina) da herşey bu kadar mı güzel olur.. Evet bence ancak bu kadar güzel olur .. Bundaki büyük payın eşime ait olduğunu hemen söylemeliyim.. İnternetten ayarladığı otel Sea Horse .. (Deniz atı) (Oda fiyatı:58 euro /günlük) benim en sevdiğim bu güzel, zarif deniz canlısı kadar güzel bir otel .. Tam limana bakan otelimizin odasındaki manzaraya bugüne kadar rastlamadığımı söylemeliyim. Karşımda rengarenk teknelerin olduğu bir liman, otelin önünde balıkçı lokantaları, köşede gerçekten özel parçaların satıldığı dükkanlar ..
Manzaranın şokunu atlatıp, otele yerleşmemizin ardından, bir duş alıp kendimizi hemen dışarı attık.. Yürümeye başladık parke taşlı sokaklarda .. Güzel manzaralı bir kafe de oturup ballı, fındıklı bir yoğurt yiyip, iyi ki buradayız dedik .. Mehtap, manzara, tekneler, güzel insanlar ..
Manzaraya ayıp olur diye perdeleri bile kapamaya kıyamadığım odada güzel bir uyku uyuduktan sonra sabahın saat 07.00’ sinde fırladım yataktan .. geç kaldık diyerek .. O kadar çok görülmesi gereken yer var ki .. bir an önce yola çıkmalıyız.
Otelde ki kahvaltının muhteşem olduğunu söyleyemeyeceğim. Sadece 2 parça ekmek, 2 parça krosan, reçel, yağ ve katı yumurtadan oluşuyor.. Ama hepsi paketli fabrikasyon tarzı, ruhsuz .. Tabi bunun da iyi bir tarafı, bize zaman kazandırdı. Yoksa yağ, bal derken 1.5 saat geçerdi.
Akşam dolaşırken gözümüze kestirdiğimiz Piaggio 125’ lik Beverly motoru kiraladık hemen.(Siz yinede A2 ehliyetinizi yanınızda bulundurun) Diğer adalarda olduğu gibi motor kiralamak zor olmadı. Günlük sigortaları dahil 18 euro’ ya kiraladığımız motorumuzla hemen odaya gidip eşyaları aldık ve koyulduk yollara..
Hemen 5 km.yakınımızdaki Eftalou plajına gittik.. Sıcak suyun da çıktığı uzun güzel bir koy. Bu koyda yalnızca 1 kez denize girmiş olmamıza bakmayın, taşlık olan deniz son derece berrak ve buz gibi..2€’ya sıcak suya girme şansınız var ama küvet gibi bir ye, pek tavsiye etmem. Hemen denize açıldığı yerde de etrafını taşlarla çeviriseniz bu imkandan açık havada yararlanma şansınız var.
Eftalou’ dan sonra ver elini sahilden toprak yoldan Skala Sykamineas’ a.. Aman Tanrım değermiş bu yola dedirtecek bir balıkçı kasabası .. İçinde rengarenk teknelerin olduğu ufak bir balıkçı limanı, sahilde şirin lokantalar ve limanın ucunda tepede bir ufak bembeyaz bir kilise .. Kilise’ ye çıkıp dua edip, mum yaktıktan sonra, hemen bir yere oturup yemek siparişi veriyoruz. Etraftan gelen sardalya kokuları ve masalardaki üzerine zeytinyağı ve kekik dökülmüş ekmekler o kadar iştah açıcı duruyor ki siparişleri sabırsızlıkla bekliyoruz .. Masamıza gelen Izgara sardalya (sardini), yengeç salatası (crab salad), Greek salad (içinde kocaman kocaman doğranmış kabuğu soyulmamış domates, iri iri salatalık dilimleri,ince soğan halkaları ve feta peyniri,onun üzerinde de kekik ve süper bir zeytinyağı) , ekmek ve uzo bizi nasıl mutlu edip, ayaklarımızı adeta yerden kesiyor, tarifsiz ..
Yemeğin ve uzo’ nun tatlı sarhoşluğu ile yine yollardayız. Bu sefer sırada Tsonia var. Güzel, sakin ve ağaçlı , huzurlu bir plaj. Oraya gider gitmez hemen gölge bir yerde uyuduğumu, pardon aslında sızdığımı itiraf etmeliyim. Bu plajda da yalnızca 1 kez denize girebildikten sonra dönüş yolumuz üzerindeki Mantamados Manastırına uğruyoruz.
Gün sabah 10 sularında başlayıp yaklaşık akşam 21.00 sularında sonra eriyor .. Ondan sonra da ikinci bir etap başlıyor tabi, ama motor üzerinde geçen süre neredeyse 11 saat. Yapılan km. ise; 150 – 170 civarında ..
Akşam otele geldikten sonra alınan duş, buzdolabında soğutulmuş, buzla hazırlanmış harika Barbayani ( bir tür uzo) beni tamamen diriltiyor.. Ve tüm günün yorgunluğunu unutmuş, mutlu bir ifade ile tekrar dışarıda hayatın içindeyiz..
Hemen otelimizin bulunduğu limandaki Grand Blue’ ya oturup yemek siparişi veriyoruz .. Sardalya ve greek salad masanın değişmez klasiği durumun da.. Şimdiye kadar gittiğim hiçbir adada bu kadar balık yediğimi hatırlamıyorum .. Izgara da pişirilmiş sonra üzerine zeytinyağ ve limon dökülmüş SARDALYA gerçekten büyük büyük harflerle yazılmaya değecek kadar enfes..
Öğlen yemeklerimiz ki hepsinde 200ml’lik uzo dahil yaklaşık 13€, akşam yemeklerimiz ise; 18-20€ civarında tutuyor .. Akşam yemeklerindeki tercihimizi bazen harika aromalı ev şaraplarından yana kullanıyorum. Herşey harika .. Tam bir rüya aleminde yaşıyor gibiyim ..
Adadaki 2.günümüzde sabah yine otelin deniz kenarındaki masalarında acele bir kahvaltı ettikten sonra Petra yolundan Vatousa’ ya gidiyoruz .. Klisesi, taş daracık yolları, meydandaki köy kahvesi ile turistlerin ilgi odağı bir yer Vatousa.. Bu arada köy kahvesi deyip geçtiğime bakmayın .. Saatler henüz öğleni göstermeden kahvedeki yaşlılar uzo’ larını minik bardaklara koymuş, yanında da küçücük bir meze tabağı hazırlamış, belkide yaşlılıkların en güzel, huzurlu zamanlarını yaşıyorlar.. Kahvedeki bütün sandalyeler sokağa çevrilmiş.. Belliki insanlarla iç içe olmayı, turistlerle kaynaşmayı seviyorlar..
Yolumuz Sigri ’ye giderken M. Ag. Ioannou Theofilou manastırından geçerde uğramadan olur mu.. İçinde eski incillerin ve başka ülkelerden gelen hediyelerin de bulunduğu manastır çok hoş.. Yine mumlarımı yakıyorum tabi. Klasik 2 mum! Eşim ve ben’i simgeliyor ..ikisi yanyana yapışık ve dua etmeye başlıyorum ..Tanrım bizi sonsuza dek birlikte mutlu ve sağlıklı kıl ..muhabbetimizi ve sevgimizi hiç eksik etme.. Aramızdaki tutku hiç eksik olmasın.. Belkide yıllar önce daha henüz sevgili iken gittiğimiz her adada yaktığım mumlar, ettiğim dualar sayesinde, şu anda bir aileyiz.. Efsanemsi gelebilir ama inanıyorum.. İnsanlar bazen kendi yarattıkları hayallere inanırlarsa, er yada geç bunların gerçek olacağını düşünüyorum..
Orası burası derken Sigri’ ye varmamız öğleden sonrayı buluyor nerede ise .. Ama olsun gün uzun ve tamamı bize ait .. bekleyen yok ..geç kalmak gibi bir mevhum yok .. trafik derdi yok .. Bunların insanda nasıl bir hafiflik yarattığı belki de kelimelerle ifade edilemez .. Ancak insanın yüzüne yansıyan huzur ve gözlerindeki parıltı ile belli olur ..
Sigri’ ye gelince; deniz kenarında yılların yorgunluğu her halinden belli olan görmüş geçirmiş bir kalesi var. Ufak bir kumsalı, şirin bir koyu, koyun arkasında ise belki de en lüks lokantalardaki tat ve lezzeti size deniz kenarında sunabilecek ancak bir kır kahvesini andıran lokantası var .. Kızarmış saganaki, uzo (mini’ yi tavsiye ederim, tadı şeker gibi), greek salad ve mısır ekmeğini andıran tazecik ekmeği kendinizden geçmenize yetiyor ..
Sigri’ de de mutlu birkaç saat geçirdikten sonra hemen Eresos ‘ a doğru yola koyuluyoruz .. Şehirlerin sahil kenarını belirlemek adına isimlerinin başına Skala kelimesini koyuyorlar ve isimde biraz değişikliğe uğruyor .. Eresos’ un sahilinin adı da Skala Eressou oluveriyor. Sapho’ nun doğduğu yer olan ve onun tarafından bu kesimde yayılan lezbiyenlik, sahil kesiminde hemen kendini gösteriyor .. Hatta buraya ‘Lezbiyenliğin Mekkesi’ adı veriliyor. Upuzun güzel bir sahil. Sahilin hemen 20 adım gerisinde ufak bir gölet var ki içi kaplumbağalarla dolu .. Acaba bunlarda mı lezbiyen demekten kendimi alamıyorum .. Çoğunluğunu kızların oluşturduğu plajda kesinlikle sizi rahatsız eden bir şey bulamıyorsunuz .. Herkes kendi halinde .. Kimi kitap okuyor .. kimi güneşleniyor .. kimi denize giriyor .. Bir gerçek var ki ne kimse onları, ne de onlar başkalarını rahatsız ediyor.. Bu kocaman uçsuz kumsalda bir iki Türk’ e rastlayınca, eşimle hemen gözlerimizle anlaşıp, tıp oynamaya başlıyoruz. Ve mutlu mesut ilerliyoruz ayaklarımızı sularda şapırdatarak .. Bir ara ben sıcağın ve susuzluğun etkisi ile kumsalda yürümek den bitkin düşmüş bir halde artık dayanamıyorum ve çantayı sırtımdan attığım gibi buz gibi sulara dalıyorum .. Sonra vakit kaybetmeden kumsalın sonuna doğru ilerliyoruz .. Halbuki sonu da aynı başı da. Ama olsun, gelip de bu güzel sahilde sona kadar yürümemek olur mu? Neyse ki sona ulaştığımızda 1-2 saat kadar soluklanıp, denize girecek kadar bir lüksümüz oluyor ..
Harika bir deniz keyfinden sonra, motorumuza atlayıp kumsalın bittiği, kafelerin başladığı yere doğru ilerliyoruz .. Aman tanrım ne kafeler .. Hepsi birbirinden farklı olmak için yarışmış adeta .. Kimi aydınlatma da Hindistan cevizi kabuğundan faydalanmış .. Kimi kabakları rengarenk boyayıp içine ışık koymuş… Kimi farklılığı sokağa koyduğu rengarenk tebeşirlerle şekiller çizip boyadığı tahta menü listesi ile yakalamış .. Ama hepsi bir çaba sarfedip zevkli farklılığı yakalamış .. Sonuçta sahilde tam bir şölen görüntüsü ortaya çıkmış .. Ortam bu kadar renkli ve zevkli olduğunda belki de sizi lezzet bakımında memnun etmek çok daha kolay oluyor .. Bunu yakalamışlar işte .. Bu noktada kıyaslamamak elde değil .. Zevki yaratamamak, temiz tutamamak adına kaybettiklerimiz, doğa güzellikleri bakımından üstünlüklerimizin üzerine geçiyor ..
Sahildeki takıcılar, sanki aralarında tasarım yarışması yapmışcasına birbirinden farklı ve hoş şeyler üretmişler .. Ne aldın derseniz .. hiçbir şey .. Hepsi o kadar güzeldi ki kararsız kaldım. Yalnızca eşime son derece zevkli, zarif , üzerinde üç tane minik akik taş bulunan bir bileziği doğum günü hediyesi olarak aldım ..
Skala Erosos’ dan belki yarın tekrar yolumuz düşer avuntusu ile ayrılıyoruz .. Önümüze yaklaşık 1,5 saatlik bir yolculuk var otele ulaşmak için .. Yol çok keyifli .. bizim Datça yolları gibi kıvrımlı .. mehtap hep yanımızda .. yolumuzu sürekli aydınlatıyor .. tek sorun rüzgar .. Gerçekten çok etkili .. bazen tam virajı alırken öyle bir patlıyor ki , sanki gitme geri dön der gibi.. Rüzgar güllerinin oldukça sık olduğu adada özellikle gece motorla yolculuk yapacaksanız dikkatli olmalısınız .. Birde akşam oldukça fazla yarasa olduğunu hatırlatmalıyım ..
Günün sonunda otelimize giden trafiğe kapalı yola, kapıdaki görevliye yalvar yakar motorumuzla girdiğimizde, bizden başka herkesin son derece şık ve misler gibi koktuğunu söyleyebilirim .. Hemen motorun üzerinde omuzlar geri, göğüs ileri pozisyonu alıp ..evet pisim ama , çok mutluyum diyorum gururla..
Adanın oldukça büyük olduğu bir gerçek, daha görülecek çok yer var ..
Adadaki 3. günümüzde; yine acele bir kahvaltını ardından ‘yine düştüm yollara… yollara’ şarkısını söyleyerek gidiyoruz eşimle.. Unutmadan kahvaltıda, bir gün yumurta bir gün peynir var. Yumurta olduğu günlerde hayatımda ilk defa ekmeğin arasına katı yumurtayı minik minik keserek koyduğumu itiraf ediyorum. O bile nasıl güzel geliyor bu ortamda.. Ve Tanrım sen beni bir ekmek le bile bıraksan razıyım, yeterki böyle zevkli ve keyifli bir yerde olayım diyorum.. Çok mutluyum..
Yollar bizi bu kez Kalloni üzerinden Apothikes diye bir yere götürüyor. Uzaktan baktığınızda, sizi hemen çağıran bir yer ama bence acele etmeyin girmek için yolunuza daha güzel bir yer çıkacak ..Tavari! İşte bugün görmeyi hayal ettiğim yer diyorum .. Tavari; kendi içinde kapalı, hoş taşlık plajı, berrak denizi, kumsaldaki duşu (ki bu adadaki bütün plajlarda mevcut), sahilde hafif Yunan ezgilerinin yükseldiği lokantaları olan, aşık olunası bir yer .. Allah tan kalbim büyük de her yere aşkım yetiyor..
Güzel bir deniz, denizden sahili seyrediş, biraz müzik … Evet işte hemen dinlendim.. Tavari bizi Kolyos’ u ve salatası ile hemen büyülemeyi başarıyor.. Birde hesabı istediğimizde gelen müessese ikramı bal gibi kavunu ile nazik bir şekilde bana hediye ettikleri toprakdan yapılmış, altında lokantanın telefonu yazan tabak var ya .. İşte bitirdi beni.. Bu kadarmı kalp çalınır.. Bu arada bu kadar keyifli yemek yediniz, balık , mini (uzo) , salata, üzeri kaşar peynirli karnıyarık .. ve ne kadar hesap ödediniz diye sorarsanız 16€.
Dönüş yoluna geçtiğimizde Skala Kallonis’( Kalloni’nin sahili) e uğruyoruz .. Sahil oldukça kalabalık.. Alışılmış taşlık plajın yerine kumsal var. Deniz sıcak ve kalabalığın etkisi ile biraz bulanık.. Hemen suya bir batıp çıkıyoruz .. Burası bizi pek sarmıyor.
Ve tadı damağımızda kalan Skala Eressou ‘ya doğru yol alıyoruz.. Bu sefer plajın sonuna yürümek yerine arkadan motorla gidip, hemen plaja ulaşıyoruz.. Yine birkaç saat soğuk denizin ve kavurucu güneşin tadına vardıktan sonra, kafelere doğru bir şey bizi çekiyor.. Aslında oturup birşeyler içmek istiyoruz ancak, bu arada batan güneşin renkleri bize herşeyi unutturuyor, masa da başımıza dikilip, bir şey içermisin diye soran da yok.. Ohh ne güzel .. Orada güneşi batırıp , inanılmaz süprizlerin bizi beklediğini bilmeden düşüyoruz dönüş yoluna.. Aslında planımız eşimin doğum günü olan bu gece de, erkenden otelimize dönüp, biraz şıklık yapıp, yemeğe çıkmak.. Fakat sonunda yemek bile yemeden gece sabaha dönüyor .. Tam Molyvos’ a yaklaşırken ki minik limanda bir bakıyoruz inanılmaz bir kalabalık, saldalya kokuları yukarılara çıkıyor, hemen yoldan dönüp, gecenin konuğu oluyoruz .. Limanda bayraklı bir sürü tekne .. Agean Regatta 2003 yarışına katılan tekneler limanı bir çiçek gibi süslemiş .. Bir sahne kurulmuş, halk dansları, el işleri satan tezgahlar .. ama o hala aklımın da kalan ve sadece 5€ olan örtülerden alamadım .. kocam benim örtü takıntımdan bıkmış olacak ki, daha ben ağzımı bile açmadan HAYIR dedi büyük harflerle .. Limandaki devasa ızgaradan herkese saldalya dağıtılıyor .. buz gibi şişe suları ikram ediliyor .. Herkes şık, çoluk çocuk liman da .. Oranında keyfine vardıktan sonra , hala aklımızda ki yemek programını yapmak üzere Molyvos’ a gidiyoruz .. Motorla otelimizin yanına giremeyecek kadar dolu yollar .. Bir aşırı kalabalık söz konusu ..anlayamıyoruz. Bizim cefakar motora bir yer bulup, bıraktıktan sonra .. birkaç adım atıyoruz o da ne .. Müzik sesleri ile çınlıyor otelin önü .. Platform kurulmuş, üzerinde orkestra, lokantalar hınca hınç dolu. Tanrım bu bir rüya .. Kocamın doğum günü, mehtap nerede ise dolunay a yakın .. eşsiz bir müzik gök yüzüne yükseliyor ve yanında olmaktan her zaman mutlu olduğum kocam gözlerimin içine bakıyor .. Ne demek istediğini anlıyorum hemen .. Tanrı ile aram iyi diyor sessizce .. Aşağıdaki kalabalığın içinde biraz pis, biraz da sefil halimizle kaynayıp gidiyoruz .. Sonra odamızdan da aynı manzaraya sahip olabileceğimizi düşünüp fırlıyoruz .. Hemen balkon kapılarını açıp, kendimize İstanbul’ dan götürdüğümüz fındık ve Mini (uzo) ile bir çilingir sofrası kuruyoruz. Soframız çok zengin .. Harika mehtap, muhteşem müzik ve eşsiz manzara .. Daha nasıl güzel bir doğum günü olabilir diye düşünüyoruz…Gözlerimiz doluyor .. Bir de orkestranın billur sesli kızı büyük babası için Türkçe bir parça söylemez mi .. Limanda rengarenk bayraklarla süslü 70-80 tane yelkenli tekne bumudur budur .. dedirtecek kadar bir şölen var etrafta.
4.günde; yaşadıklarımın mutluluğu ve tatilin bitme kaygısı birbirine karışıyor .. Sabah saat 11.00 sularında yaklaşık 100 yatın Mytilini’ ye olan son ayak yarışlarının startını seyrettik .. Harikaydı .. Bir an keşke bende yatlardan birine atlayıp gitsem dedim..Nede olsa serde yelkencilik var.. O benim kalbimin kıyısında köşesinde bir yerlerde var olan ve fırsat bulduğunda hemen yerinden fırlayan bir duygu .. Engel olunamaz deniz tutkusuna… Fotograflarımızı çekip, tekneleri uğurladık dan sonra koyuluyoruz yollara .. Ver elini Mytilini.. Pek çok tarihi yapıtı ve müzeleri içinde bulunduran Mytilini, adanın baş kenti. Büyük bir yat limanına sahip .. Yaklaşık Molyvos’ dan 60 km. uzaklık da olan Mytilini, açıkçası Molyvos’ dan sonra beni büyülemedi. Belki de kendimi bir anda büyük şehir de hissetmeme sebep oldu .. Trafik, ışıklar, insanlar, çöpler, gürültü .. Akşam üzeri tekrar buraya dönmek üzere, havaalanı tarafına doğru yola çıkıyoruz .. Şehir dışının büyüsü yadsınamaz, gizemli koylar, sakinlik, masmavi deniz ve dağlara tırmandıkça karşılaştığınız manzara .. Bugün için planım sanki bize özelmişçesine bir plaj bulmak .. Soğuk deniz ve güzel bir yemek .. Bu arada hava sıcaklığı 35 derece .. Ancak ada da nem yok, rüzgar var .. Nerede ise hiç bunalmadık diyebilirim .. Zaten motorun üzerindeyken sürekli doğal klima konforundayız .. Tepeleri aşıp indiğimiz yerde yol üzerinde bir balık lokantası tabelası görünce hemen giriyoruz. Genelde merkezden uzak bu olan lokantalar, hoş minik koylarda oluyor .. Kıyıda ise en fazla 10 kişiye rastlanıyor .. Evet işte hayallerim gerçek oldu .. Ağaçlı bir koy, hoş bir lokanta, taşlık bir sahil, hemen derinleşen berrak bir su ve her zamanki gibi duş .. Bu duş olayını gerçekten çözmüşler .. En ücra köşelerde bile duş var .. Sahiller kimsenin değil, halkın .. Lokanta orada olmaktan dolayı, sahilden herhangi bir hak sahibi değil .. Piknik tüp, yada tencerelerde yemekler getiren insanlar da yok .. Yanlarında minik termoslarında taşıdıkları soğuk içeceğin dışında bir şeye rastlamadım. Sahiller bu nedenle tertemiz, pet şişe yada naylon torba göremiyorsunuz .. Denizine giren , kitabını okuyan insanlar, acıktıklarında ise, hemen arkalarındaki tertemiz bir kır lokantası görüntüsünde, fakat istediğiniz her türlü yemeği bulabileceğiniz lokantaya gidiyorlar .. Fiyatlar makul .. Masamıza gittiğimizde serilen beyaz üzeri hoş desenli masa örtüsü, hemen gelen taze köy ekmeği, ızgara sardalya, greek salad ve kızarmış saganaki (bir çeşit peynir) ve uzo beni yine sarhoş ediyor .. Bu öyle mutlu bir sarhoşluk ki, sanki ayaklarım yerden kesiliyor… Yemeğin ardından ağaçların gölgesindeki duvara havlumu serip uzanıyorum .. Belki de en huzurlu uykularımdan biri .. Tatlı bir esinti sanki beni anne şefkati ile okşuyor .. Aslında günlerce, belki de aylarda bu lokanta ve sahil arasında yaşayabilirsiniz .. Ancak daha görecek yerlerimiz var deyip biz koyuluyoruz yollara ..
Hedefimiz yatların Mytilini’ ye gelişlerini seyretmekti . Nerede ise son finishlere yetiştik. Limana yaklaştığımızda hemen karşıdaki bir otelin tamamen denizci bayrakları ile süslendiğini, Agean Regatta 2003 afişleri asıldığını gördük, muhtemelen akşam yatlar şerefine verilecek bir partinin habercisiydi bu .. Kocamla böyle sürpriz partilere katılmayı ayıptır söylemesi çok severiz ..Bu arada biz de parti saatine kadar yürüyerek çarşıyı gezmeye başlıyoruz .. Çok cazip, enteresan bir şeyler bulamıyoruz almak için .. Gittiğimiz yerleri bize hatırlatan bir şeyler almaya çok meraklı olan biz bile bulamadık .. Neyse yinede sokak sokak dolaştık .. Önünden geçtiğimiz kiliselerin hepsine uğrayıp mum yakıp, dua ettik .. Tanrı’ nın evi kabul edilen bu çok süslü kiliselerde günün her saatinde dua edip, mum yakan birilerini görmek mümkün .. çarşıya pazara, plaja, işe giderken uğrayıveriyorlar..
Bu arada saatin ilerlemiş , parti vaktinin çoktan gelmiş olduğunu hissettiğimizde adımlarımız hızlanıyor .. Resepsiyonun verileceği otelin giriş katındaki sergiyi görüp, hemen bir yatçı edasıyla giriyoruz .. Pek farkımız yok yatçılardan yüzümüzdeki yorgun ifade, üzerimizdeki şort, tişört ve biraz da kir pis ile bizde onlardanız ..
Sanat sergisi metal, ahşap ve seramik malzemelerden oluşuyor .. gerçekten hoş parçalar var .. Bir de güzel ikramda bulunmazlar mı, harika çörekler, zeytinyağlı dolma ve meyve suyu. Tanrı misafiriyiz psikolojisi ile bizde bir şeyler atıştırıyoruz tabi .. Bu atmosfere o kadar kapılmış olmalıyız ki hiç düşünmeden bu seferde üst kattaki Resepsiyon’ a doğru yöneliyoruz .. Etrafıma söyle bir bakıyorum. Apartmanın terasındaki manzara harika, aşağıda yatların rüzgardan öten direkler ve dalgalanan bayrakları .. Şehrin yıldız parlaklığındaki ışıkları ve gökyüzündeki mehtap, hepsi nasıl sözleşip de bir araya, aynı anda geldiler bilemiyorum .. Manzaraya gözlerim doyduktan sonra ayaklarım beni bu seferde yemek sırasına götürüyor. Yine bir yatçı edasıyla yaklaştığım kuyrukta, yemek servisi yapan bey, Brezilyalı mısınız diye sormaz mı .. evet desem ya tekne adı sorarsa .. bir tekne adı biliyorum oda ‘Noy Noy’ ama ya onda Brezilyalı yoksa .. filan gibi düşünceler beynimde uçuşurken , sadece kafamı hayır anlamında sallamakla yetindim .. Birbiri ile uyum içinde olmayan menü den yinede kendimize göre yiyecek bir şeyler bulduk .. buz gibi amstellerden içtik .. Tepeden bir kez daha yat limanına ve şehre bakıp, otelimize dönmek üzere yola koyulduğumuzda saat gece yarısına yaklaşıyordu.
Rüzgarlı dağları, tepeleri aşıp Molyvos’ a girip, güzel manzaralı bir kafe de ballı, meyveli, fındıklı yoğurdumuzu yerken, adanın en güzel yerinde kaldığımıza bir kez daha inandık..
Yorgunlarımız üst üste birikiyor ama biz hala direniyoruz .. Uykudan ölü bayılan ama yinede uyumamak için direnen çocuklar gibiyim .. Kafamı bir yere koyarsam orada kalacağımı biliyorum, bu yüzden koymuyorum .. Gecenin bir yarısı odaya çıktığımızda, şehir yaşamının tersi bir davranış olarak ilk işimiz perdeleri açmak .. Manzarayı iyice hafızama kazımak istercesine bakıyorum .. bakıyorum.. taki sızıp kalana kadar..
5. günün sabahı; önümüzdeki tente iplerine konan kuşların sesleri ile uyanıyorum .. Sabahın 7’si ancak limanda acayip bir hareket var .. Otelin kafesinde deniz kenarında oturup sabah kahvesini içeler,teknelerini hazırlayan balıkçılar, lokantalara gelen malzeme araçları .. Sessiz sakin kendi halindeki sokak köpekleri .. Gözünü açıp ta bu hayatın bir anda içinde olmak çok hoş , o zaman kendinizi ada halkından biri gibi hissediyorsunuz ..
Gezinin motorla olan son gününe de hiç görmediğimiz yerleri programlayarak başlıyoruz .. Bugün motorlu son gün, çünkü karalıyız tatilin son gününde, motor yok, uzaklara gitmek yok, hafif bir çevre turu, plaj ve deniz var..
6.güne, plajı ile ünlü Vatera ile başlıyoruz .. Göz alabildiğince uzun kumsal, kumsalda bizim asla oturmaya fırsat bulamadığımız şezlonglar ve duşlar ..dümdüz bir deniz, sahilde ağaçlar. Kenarda minik birkaç kafe .. Yalnız böylesine büyük yerler yerine ufak ve daha özel plajların benim tercihim olduğunu belirtmeliyim .. Bundan da anlaşılacağı üzere Vatera Plajını gezip bitirmemiz 20 dakikamızı alıyor .. Sonra plajın sonunda ki Ag. Fokas yazan tabela, bize mıknatıs etkisi yapmış olacak ki, kendimizi yine daracık bir yolda, patinaj yapa yapa tırmanırken buluyoruz .. Tepeye tırmandığımızda bir kilise ve tarihi bir yapının kalıntıları var. Taşların etrafını tel örgü ile çevirip koruma altına almışlardı. Burnun ucundan aşağıya baktığımızda ise sarp kayalar ve inanılmaz güzellikteki denizde dalan 2-3 kişi .. Aşağıya bir çırpıda inmek mümkün olsa hiç düşünmezdim ama dalanlarda açıktan tekne ile gelmişlerdi ..
Ag.Fokas kilisesinde hiç mum kalmadığı için yakamıyorum, yalnızca dua ediyorum .. Bu güzellikleri görebildiğimiz ve buralara tırmanacak kadar hala genç ve sağlıklı olduğumuz için…
Bir ara yolda kalırsak ne olur senaryosunu hazırlayacak kadar kötü yollardan geçip, Palehori’ ye geliyoruz .. Şirin küçük bir köy .. Meydanda bir kahvesi ve bizim soğuk sütlü kakao aldığımız bakkalı var. Kapılarının önünde oturan insanlar .. O yollardan nasıl geçip geldiğimize bir kez daha inanamazken, içimizde ki tekrar yol alma arzusuna da gem vuramıyoruz .. Ve ağaçta asılı duran afişteki Melinda’ yı bulmak üzere çıkıyoruz .. Yaklaşık 3 km. uzaklıkta adı kadar hoş olan bu yere inerken yaşları 55-60 arasında olan bisikletli Alman bir çifte rastlıyoruz… Fotografımızı çekermisiniz diyorum, adeta koşar adımlarla gelip bizi çekiyor, giderken de iyi yolculuklar demeyi ihmal etmeden..
Melinda’ ya indiğimizde ufak koyu ikiye bölen kocaman üzerinden çocukların atlamak üzere olduğu kayaya takılıyor gözümüz. Sağında mı, solunda mı denize girsek diye bir kaygıya kapılıyorum .. Tatildeki bu kaygılar nasıl da komik geliyor, gerçek hayata dönünce .. Sahildeki keşif turumuzun ardından kayanın önce sağından girmeye karar verdiğimiz yere yürüyoruz .. Ve denize atlıyoruz .. Canımız çıkmak istemiyor .. Kıyıya doğru baktığımızda önümüz de manzara; orman ve renk renk boyanmış kabaklarla süslü balık lokantası .. Aman Tanrım nerede ise içmeden sarhoş oluyorum.. Denizden çıkıp kendimizi hemen lokantaya atıyoruz. Burası ilginç bir yer , ufak kafedeki herkez birbiri ile tanışık, sohbet ediyor, gençler tavla oynuyor. Bu arada plajlardaki en popüler şey tavla ve plaj tenisi. ( Tahta pinpon raketine benzer, ister minik lastik top ile , ister tenis topu ile oynanan bir oyun.) Bugün menü de bir değişiklik yapıp, klasik balık, salata menümüze fasulye ekliyorum .. Dönünce de hemen denediğim bu yemek gerçekten harikaydı .. Taze fasulye, kabak, patates, soğan ve domates ten oluşuyor, zeytinyağı ile pişirilmiş ve fazla sulu değil ..
Her şey harika .. sizi üzecek, rahatsız edecek en ufak bir şey yok .. Yemeğimizin sonunda birden sahilde hareket başlıyor .. Her yerden çocuk fışkırdı sanki .. siz neredeydiniz diyecek kadar çok … abartmıyorum .. Bir baktık listeler okunuyor, adı okunan çocuk suya giriyor .. meğer kendi aralarında yüzme yarışı düzenlemişler .. Sahilde kupalarını da hazırlamışlar .. Bir gürültü ki sormayın .. içlerinde ağlayanlarında bulunduğu çocuklar cır cır böceklerini andırıyor ..
Burada da bütün etkinliklere dahil olduktan sonra Melinda’ dan Barbayani cenneti Plomari’ ye doğru yola çıkıyoruz . Burası çok sevimli , hatta kalınası bir yer de denebilir .. Daracık taş sokaklar, kanallarla bölünmüş yollarda evleri yola bağlayan köprüler var .. sokaklarda Eşekler dolaşıyor. Adada zaten en sık rastlanılan hayvan olduğunu söylemeliyim sürme gözlü , güzel eşeklerin .. Meydandan birkaç Barbayani almadan edemiyorum tabi .. Tadına baktırıyorlar almadan , hem de sek .. Ben yine çarpılıyorum. Bu adanın her şeyi beni çarptı. İçsem de içmesem de çarpığım..
Dönüş yolumuz üzerinde tuz çalışması yapılan göllerde bir de Flamingo ları görmeyelim mi .. birkaç kişi daha bizim gibi gelmiş bu zarif kuşları seyrediyor dürbünleri ile .. Bizde yok tabi.. bende yanımdakilere aynı bir sokak köpeği edasıyla, mahsun ama gururlu bir ifade ile yaklaşıp ‘ Bir kez bakabilir miyim diyorum ‘ Ve hemen Flamingoları seyre dalıyorum ..
Akşam karanlığı çökmeden bu sefer makul bir saatte ama Kalloni çıkışındaki indirim marketi alışverişini de bu araya sığdırıp Molyvos’ da oluyoruz .. Tepeden güneşi batırıp, mehtabı çıkartıp otelimize giriyoruz .. Hemen kendi resimlerimizi çekiyoruz, üzerimizden günün tozunu atmadan .. Böyle de güzeliz demek için ..
Bu gece limandaki Captain’ s table da yemek yeme şansına sahip oluyoruz .. Otelden yaklaşık 7 adım yürüyerek ulaştığımız lokantada lezzetler çok güzel.. Masamızda bulunan, yanı sebzeli kuzu yemeği, deniz mahsullü spagetti, spicy cheese (bu salata sanki peynir ezmesi gibi, içindeki acıyı keşfetmek ise biraz güç, kırmızı pul biber değil çünkü rengi beyaz, ağızınız da yedikçe hoş bir acı bırakıyor, ekmekle uyumu harika ) salad ve ev şarabı gerçekten süper !!
Ve final, son gün geldi çattı .. Motorumuzdan ayrılma vaktimiz geldi. Sabah söz verdiğimiz gibi 10.30 teslim edebilmek için biraz erken bir saatte aslında çarşı içinden yürüyerek de ulaşabileceğiniz kaleye motorla çıkıyoruz. Kalenin etrafında dolaşıp, birkaç manzara resmi de çektikten sonra Kosmos rent a Car’ a gidip bizi 1 hafta boyunca dere tepe , hiç ihanet etmeden taşıyan motorumuzu okşayıp teslim ediyoruz .. Kendimizi bir garip hissetmiyor değiliz o anda bir ana yayan kalıyoruz. Nerede ise benden bir parça olan sırt çantamla başlıyoruz daracık yollarda yükselmeye ..
Taş evlere bakmakla doyamayacağınız sokaklar, yasemin çiçekleri ile bezeli .. Evlerin önü teneke saksılara ekilmiş çiçeklerle dolu. Ancak bu saksılara teneke deyip geçmem biraz yanlış olur, hepsi boyalı ve üzerleri elle çizilmiş desenlerle bezeli. Her yerden müzik sesleri geliyor, ancak hepside sanki kendileri dinliyormuşçasına kadar açık .. Kimsenin kimseyi bastırmak gibi bir savaşı yok .. Dar yollarda yükselirken, yine Molyvos güzeli olarak ben ve eşimin fotoğrafını çekmesi için bir beyden ricada bulunuyorum. Daha sonra evinde bize ice tea ikram edecek olan bu beyin elindeki torbayı atıp bir hızla gelişi var ki, sanırsınız saralı birine yardıma koşuyor ..
Biz gülümseyerek poz verdikten sonra teşekkür edip, yürümeye devam ediyoruz. Henüz 100m. bile gitmemişken o beyefendiye tekrar rastlıyoruz. Ada hayatı öyle ki , 1 haftada bakkalın evi nerede, kim nerede oturuyor, sabahları tekne turu düzenleyen hanım ekmeğini nereden alıyor, hemen öğreniveriyorsunuz .. O fotoğraf çeken beyefendinin, aslında İngiltere de yaşadığını, bir kızı, bir oğlu olduğunu yılın 3 ayını 20 yıl önce aldığı adadaki taş evinde geçirdiğini, eskiden alt katı ahır olan bu evi Londra’dan mimar getirterek nasılda bu daracık yerden adeta bir tekne dizaynı yarattığını, annesinin İzmir’ de doğduğunu, evinde annesinden kalma bir dolabın üzerinde Arapça yazılar olduğunu da hemen öğreniveriyorsunuz .. Ve bu öğrendiklerimizin verdiği kaynaşma ile hep birlikte bir fotoğraf çektirip .. kartlarımızı veriyoruz ..
Ada yollarında iyice yürüdüğümüze inandıktan sonra sokak arasındaki bir fırından ıspanaklı börek ile elmalı çöreğimizi alıp, inişe geçiyoruz .. İlk marketten de bir soğuk meyve suyu aldık mı, bizden mutlusu yok.. Hemen kaldırıma ilişip, manzaralı bir kahvaltı ediyoruz .. İçinde 20 çeşit bulunan, insanların hepsinden çokça yemek yarışında olduğu brunchlar dan bin kat daha keyifli bir kahvaltı oluyor bu benim için ..
Kahvaltının ardından sahile iniyoruz. Eskiden bir zeytinyağı fabrikası olan Olive Press Otel’ in önündeki taşlık sahildeki gölgenin altına hemen kuruluyorum .. Otelin yanında sahilde boydan boya moteller ve pansiyonlar var .. Ama sahil herkese ait .. Duş da .. Hemen denize atlıyoruz .. öyle soğuk ki ayak parmaklarımın 1 saniye sonra uyuştuğunu hissediyorum .. Ama canım yine de çıkmak istemiyor .. Denizden çıkıp havlunun üzerinde biraz oturabilme lüksünden sonra, bu sefer de sahil deki yerleri keşfe çıkıyoruz .. Bakıyoruz ki içinde havuzu, duşu, barı , şemsiyeleri, şezlongları olan harika yerler herkese açık, giriş ücretsiz, çimenlere havlu serip oturmak da .. ancak şemsiye ve şezlong isterseniz ona ücret ödüyorsunuz. (Şezlong 2.5€, şemsiye 1.5€. Şemsiyeler bir süre sonra rüzgardan uçuyor, tavsiye etmem.)
Kıyı keşfimiz sonunda Condos adında ki, etrafı yemyeşil, üzeri kurumuş palmiyelerde gölgelendirilmiş yerde oturuyoruz. Masasından, tuvaletine kadar o kadar zevkli bir yer ki , insanın sık sık tuvalete gidesi bile geliyor. Condos da etrafımızdan etkilenip, hesabına hemen bir tavla partisi yapıyoruz. Halen eşime 14€ borçlu olduğumu söylemeliyim.
Condos da çok güzel bir yemek yedikten sonra güneşin batmasına yakın bir zamanda yine sahildeki yerimizi alıyoruz. Biraz uzanıp dalgaların sürüklediği taşların sesini dinliyoruz .. Belki de en uzun kaldığımız sahil diyebilirim burası için. Tavsiye ederim .. Biz yine güneşi batırıp, mehtabı çıkarttık dan sonra aslında 10 dakikadaki otelimize 1 saat de varabiliyoruz .. Bavul hazırlamak gibi bir zahmete ancak kocamın hazırladığı buzlu Barbayani ile katlanabiliyorum.
Bu son gecemizde, gece hayatına ancak 22.30 gibi dahil olabiliyoruz .. Ve sokakların, çarşının bir de akşam ki halini görmek üzere tekrar yürüyoruz .. Yemek yemediğimizin farkına vardığımızda, etrafımızdaki lokantaların servislerini kapatmış olduklarını fark ediyoruz .. Bir kafe den sandviç yaptırtıp, yanına da soğuk bir meyve suyu alıp manzaralı duvarın üzerine oturuyoruz ..
Gece, mehtabı artık göremeyinceye kadar bekleyerek son buluyor ..
Ertesi sabah 06.30 ‘a bir taksi çağırıyoruz, Mytilini’ den sabah 08.30 da kalkacak olan Ayvalık feribotuna binmek için..
Adadan Ufak Notlar:
• Adaya giderken mutlaka yanınıza kamera alın. Fotoğraf makinesi yanında yaşayan hayatı da çekmek isteyeceksiniz eminim. Zira sonra pişman olup da kiralamak isterseniz; günlük 15€.
• Adayı 1 haftada yaklaşık günde 150 km. yaparak ve hiçbir yerde de fazla oyalanmadan ancak bitirebildik.
• Ada tümü ile oldukça rüzgarlı. Zaten dağlarda sıkça rüzgar gülleri ile karşılaşıyorsunuz. Gündüz ile gece arasındaki sıcaklık farkı nerede ise 10. Bu nedenle motorla dolaşmayı düşünüyorsanız, yanınıza rüzgarlık alın ..
• Adada motor kullanırken kask takmak mecburi değil, ama ben yinede kasksız dolaşmayın derim. Özellikle gece uçuşan böcek ve yarasalar kabusunuz olabilir.
• Ada da gittiğimiz lokantaların hepsinde, evlerindeki birer misafirmişçesine hizmet gördük. Ve yaklaşık 20- 30 masaya, 2 kişinin ayağının üzerinde sekerek nasıl eksiksiz hizmet verdiğini gördük.
• Öğlen yemekleri yaklaşık 2 kişi için 13-16€ tutuyor. Akşam ise 18-20€. Porsiyonlar çok doyurucu bu nedenle herşeyden birer tane söyleyip değişik lezzetleri tatmanız , benim önerim.
• Huzurlu, sakin bir tatil geçirmek, kendinizi yenilemek istiyorsanız, gerçekten Lesvos’ u tavsiye ederim. Ancak Kalınacak en iyi yerin Molyvos olduğu da notlarınız arasında bulunsun derim.
• Ayvalık – Lesvos arasında çalışan Jale Tur’ un
Tel: (266) 312 27 40
Fax: (266) 312 24 70
Gitmeden 1 hafta önce pasaport bilgilerinizi, gidiş geliş tarihlerinizi de belirterek Jale tur’ a faxlarsanız, rezervasyonunuz yapılmış olur.
• Adaya vardığınızda yada Mytilini’ ye yolunuz düştüğünde hemen limanın yakındaki Piccolino adlı seyahat acentasına uğrayıp, kişi başı 9€ olan verginizi ödeyip, dönüş tarihinizi teyit ettirmelisiniz.
• Adada kalmak için Schengen vizesine ihtiyacınız var. Girişlerde adaya yiyecek sokmak yasak, gerçi daha çok adada yaşayan ve günü birlik ayvalık dan gelen Yunanlıların çantalarını kontrol ediyorlar.
• Ada dan dönüşte Ayvalık gümrüğünde, Türk vatandaşlarına sıra önceliği tanınıyor.